Sudan bıkmış değil, kavağa çıkmış balıklar

Radikal Yazarı Tayfun Atay yaz dizilerinden biri olan Sudan bıkmış balıklara ağır eleştirilerde bulundu. İşte o yazı

Sudan Bıkmış Balıklar, çoktan aşılmış bir gerçeklik zemininden kurgusal dağarcık oluşturma hatasına düştüğü için heba olmuş bir emek ürünü.

‘Fakir kız-zengin oğlan aşkı’ bir klişe olarak Türkiye’de popüler roman ve sinemada çok işlenegeldi. İnsanlar bu temanın tekrarlarını izlemekten uzun süre sıkılmadı da… Çünkü ne olursa olsun bu kurgu ya da hayalin ‘rezonans’ yaptığı ekonomi-demografik ve sosyo-kültürel bir gerçekliği vardı ülkenin… Kurgu, bir şekilde hayata değmekteydi.
Kır ve kentin şimdiki gibi girift değil birbirinden izole olduğu; ‘taşra’nın kitle iletişiminden yoksun, dolayısıyla dünyadan kopuk yaşadığı; ve ‘merkez-çevre’ ayrımının net tespit edilebildiği bir zamanda köy/kasaba yoksulu masum kadın figürüyle kentli, zengin, şımarık ve ‘piç’ erkek figürünü âşık etmek bir ‘hayal’ olarak iş yapıyordu. Çünkü duygular, fanteziler gibi hayaller de kültürel (yaşam biçimi temelinde) inşa edilir ve o zamanki ‘ortam’ bu hayale izin vermekteydi.
Şimdiki hayat ve içinde bulunduğumuz kültürel ortamda ise böyle bir aşk klişesi, bir kurgu olarak ‘anakronik’, yani ‘zaman özürlü’ kalıyor. Tıpkı ‘Sudan Bıkmış Balıklar’ gibi…
İki haftadır ekrana gelen dizi, herkesin ‘aşka veda’dan bahsettiği zaman ve zeminde ‘aşka çağrı’ yapmak gibi, naif olsa da iyi niyetli bir girişim belki. Lakin, bir yandan genç kuşağın yaygın klişesi ‘yaz aşkı’na dayanarak günceli yakalamaya çalışsa da esas tematik omurga o çoktan aşılmış ‘fakir kız-zengin oğlan’ klişesi… Büyük bir şirketin hissedarı olan, ama esas müzikle uğraşan ve ‘Sudan Bıkmış Balıklar’ grubunda çalıp söyleyen Selim (Burak Sağyaşar) bıkıp bunaldığı İstanbul ortamından Kaş’a kaçar ve kaş-göz arasında kasabanın yerlisi, şoför kızı Zeynep’le (Ezgi Eyüboğlu) aşka dalar. Sonrası pek çok filmden de (‘Güllü’ ilk akla gelenlerden) aşina olduğumuz üzere, bir ‘olmaz aşk’ retoriği; askıntı-kötü ikinci kadınla kasabadan ayrılış; geride fakir kızın aşk acısı; ve akabinde bir vesileyle (burada ‘zamanın ruhu’na uygun biçimde üniversite okumaya) İstanbul’a gidiş… Tabii ki kesişecek olan yollar ve bilindik akış..
Sahil kasabalarının ‘yerli’ kızları hâlâ böyle ‘domes’ ve ailesi (babası) karşısında ezik mi? Merkez-çevre ikiliğinin aşıldığı, artık her yerin ‘merkez’, ‘çevre’nin de her yerde olduğu Türkiye’de bu kadar içe kapalı bir taşra tasarımı olarak Kaş inandırıcı mı? Onun yerli ahalisi içinde böyle fakir-fukara aile kaldı mı; bir şekilde herkes rant zengini olmadı mı? Tüm Türkiye için çekim merkezi oluşturan bu beldeden, sanki Anadolu’nun ücra köşesindeki mahrum bir köyden kaçmak istermişçesine İstanbul’a kapağı atma arzusundaki yeniyetme kız tiplemesi abartılı değil mi?..
Ta 20’nci yüzyıl başından kalma romanları (Aşk-ı Memnu, Yaprak Dökümü) güncellemenin söz konusu olduğu yapımlar varken bu diziyle derdin ne diye bir karşı soru gelebilir. Onlar o eski zamanlarda kurgulanmış olanı, tabii ki bir kurgusal bozulmaya (distortion) da uğratarak bu zamana başarıyla getirebilmiş yapımlar. ‘Sudan Bıkmış Balıklar’ ise bu zamanı bir eski zaman kurgusuna, ekonomik, toplumsal, kültürel aşamaları hiçe sayıp irtifa kaybına uğratarak götüren başarısız bir yapım

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir